Çok güzel, sıkılmadan okuyabilirsiniz
İbrahim (a.s)'ın Çocuk ile Müjdelenmesi
Evladı olmayan İbrahim (A.s.) O günlerde ‘Ey Rabbim bana salihlerden olacak bir evlad ihsan eyle’ diye dua ediyordu. İşte o sırada aşağıdaki ayeti celilede ifade edildiği gibi melekler gelerek evlad müjdesini verdi.Cenabu hak bu hususu söyle haber veriyor.
بسم اللَّهِ الرحمن الرحيم
وَنَبِّئْهُمْ عَن ضَيْفِ إِبْراَهِيمَ إِذْ دَخَلُواْ عَلَيْهِ فَقَالُواْ سَلامًا قَالَ إِنَّا مِنكُمْ وَجِلُون
قَالُواْ لاَ تَوْجَلْ إِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلامٍ عَلِيمٍ قَالَ أَبَشَّرْتُمُونِي عَلَى أَن مَّسَّنِيَ الْكِبَرُ فَبِمَ تُبَشِّرُونَ
قَالُواْ بَشَّرْنَاكَ بِالْحَقِّ فَلاَ تَكُن مِّنَ الْقَانِطِينَ قَالَ وَمَن يَقْنَطُ مِن رَّحْمَةِ رَبِّهِ إِلاَّ الضَّآلُّونَ
Onlara İbrahim (A.s.) müsafirlerinden bahis et. O vakitki yanına girdilerde selam dediler,selam verdilerde Ibrahim (A.s.) biz sizden cidden korkuyoruz dedide onlar ‘korkma’ dediler. Biz sana alim bir oğul müjdeliyoruz dediler. İbrahim (A.s.) ‘benimi bir evlad ile müjdeliyorsunuz ?’ bana ihtiyarlık gelip çatmışken, artik beni ne suretle müjdeliyorsunuz dedi. Melekler seni hak ile müjdeledik artik Hz. Allah'ın rahmetinden ümidini kesme rahmeti ilahiden ancak sapıtanlar ümidini keser dediler. (Süre-i Hicir Ayet 51-56)
بسم اللَّهِ الرحمن الرحيم
وَنَبِّئْهُمْ عَن ضَيْفِ إِبْراَهِيمَ إِذْ دَخَلُواْ عَلَيْهِ فَقَالُواْ سَلامًا قَالَ إِنَّا مِنكُمْ وَجِلُون
قَالُواْ لاَ تَوْجَلْ إِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلامٍ عَلِيمٍ قَالَ أَبَشَّرْتُمُونِي عَلَى أَن مَّسَّنِيَ الْكِبَرُ فَبِمَ تُبَشِّرُونَ
قَالُواْ بَشَّرْنَاكَ بِالْحَقِّ فَلاَ تَكُن مِّنَ الْقَانِطِينَ قَالَ وَمَن يَقْنَطُ مِن رَّحْمَةِ رَبِّهِ إِلاَّ الضَّآلُّونَ
Onlara İbrahim (A.s.) müsafirlerinden bahis et. O vakitki yanına girdilerde selam dediler,selam verdilerde Ibrahim (A.s.) biz sizden cidden korkuyoruz dedide onlar ‘korkma’ dediler. Biz sana alim bir oğul müjdeliyoruz dediler. İbrahim (A.s.) ‘benimi bir evlad ile müjdeliyorsunuz ?’ bana ihtiyarlık gelip çatmışken, artik beni ne suretle müjdeliyorsunuz dedi. Melekler seni hak ile müjdeledik artik Hz. Allah'ın rahmetinden ümidini kesme rahmeti ilahiden ancak sapıtanlar ümidini keser dediler. (Süre-i Hicir Ayet 51-56)
بسم اللَّهِ الرحمن الرحيم
وَقَالَ إِنِّي ذَاهِبٌ إِلَى رَبِّي سَيَهْدِينِ ربِّ هَبْ لِي مِنَ الصَّالِحِينَ فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَلِيمٍ فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ إِنِّي أَرَى فِي الْمَنَامِ أَنِّي أَذْبَحُكَ فَانظُرْ مَاذَا تَرَى قَالَ يَا أَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُ سَتَجِدُنِي إِن شَاء اللَّهُ مِنَ الصَّابِرِينَ فَلَمَّا أَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَبِينِ وَنَادَيْنَاهُ أَنْ يَا إِبْرَاهِيمُ قَدْ صَدَّقْتَ الرُّؤْيَا إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ إِنَّ هَذَا لَهُوَ الْبَلَاء الْمُبِينُ وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظِيمٍ
Aradan uzun yıllar geçmiş, Cenâb-ı Hak Hz. İbrâhim’e sâlih bir evlat ihsan etmişti.
Adı İsmâil’di.
Fakat aradan uzun seneler geçtiğinden Hz. İbrahim daha önce kendisine gelen meleklere konuştuğu sözü (Allah için oğlumu bile kurban ederim ) sözünü zaman içinde unutmuştu.
Hz. İsmâil en sevimli olduğu bir çağa gelmiş ve ihtiyacını görme çağına gelmiş. Kabe’i muazzamayı inşa etmiş. Bina tamamlanınca beytullahı hac ve tavaf etmiş. Hac erkanını tamamlayıp ayrıldıktan sonra terviye günü yani arafe gününden bir gün evvel bir rü´ya gördü. Hz. İbrâhim, yattığı yataktan, “Nezrini yerine getir, Yâ İbrâhim!” nidâsıyla, kalktı. Bu rüyâ acaba Allah’tan mıydı? Nezri neydi, onu uzun uzun düşündü. İşte bu tereddütten dolayı bu güne terviye günü denildi.
Ertesi gece, aynı rüyâyı, yeniden gördü. Artık Hz. İbrâhim anladı ve bildi ki, bu rüyâ
Allah’tandır. Bildiği için bu güne “Arefe” ismi verildi.
Fakat nezri neydi, onu hatırlayamadı. Bayram akşamı da aynı rüyâyı görünce, nezrini hatırladı. Oğlunu kurban ettiğinin tatbikatını gördü ve bu günede kurban günü dendi.
(Şir’atül İslam S 219)
Artık Allah’ın emrini yerine getirmesi lâzımdı. Bayram sabahı olunca, Hacer vâlidemizi çağırdı. Oğlu Hz. İsmâil’i hazırlamasını söyledi. Hacer vâlidemiz, Hz. İsmâil’i giydirip, süsledi. Baba oğul, beraberce Minâ istikâmetine doğru yola koyuldular. Fakat nereye gidildiğini, ne evlat ne de annesi biliyordu.
Şeytan bu duruma hayrette kalıp böyle imtihanda hiç görmedim. İbrahim (A.s) bu işide yaparsa ve ben böyle meselede onları caydıramazsam bir daha ebediyyen onlara te´sir edemem ve üzüntümden helak olurum demişti. (Şir’atül İslam S 222.)
Hz. İbrâhim’in önüne çıkarak: Yâ İbrâhîm! Böyle bir evlâdı nasıl kesersin? Hiç baba evlâdını kesebilir mi? Hz. İbrâhim, şeytanın sözüne kulak bile vermedi, hiç tereddüt etmeyerek, yerden aldığı taşla şeytânı defetti.
Şeytan durmuyordu. Bu sefer Hâcer vâlidemizin yanına gelerek, onu kandırmaya çalıştı. Fakat Hâcer vâlidemiz verdiği cevabla, teslimiyetin zirvesine varıyordu: “Eğer Allah’tan böyle bir emir gelmişse, ben de bir anne olarak, bu emre teslim olup, boynumu büküyorum.” Çünkü o bir peygamberdir, peygamber yanlış yapmaz dedi.
Şeytan vazgeçmiyordu. Bu defa Hz. İsmâil’in yanına gelip: “Baban seni nereye götürüyor, biliyor musun? Kesmeye götürüyor, kesmeye.” diyerek onu korkutmağa çalıştı.
Hz. İsmâil de, annesinden geri kalmayarak: O benim babamdır. O bir Peygamberdir. Eğer bu emri Allah’tan almışsa, emri muhakkak yerine getirmesi lâzımdır." cevâbını verdi ve şeytanı taşladı.
İbrahim a.s. kendine ve evladına vesvese veren Şeytanı Mina mevkiinde taşladığından dolayı aynı mahalde şeytan taşlamak bir sünnet olarak devam etmiş ve ahir zaman peygamberinin şeriatındada yer almıştır.
Sonunda baba oğul işâret olunan yere kadar geldiler. Fakat Hz. İbrâhîm, oğluna nasıl söyleyecekti. Bütün mesele buradaydı. Sonunda: “Ey benim yavrucuğum. Ben, seni, rüyâmda, kesiyor görüyorum. Sen benim bu rüyâma bir bak, ne söylersin.” Hz. İsmâil kıyâmete, kadar gelecek insanlığa ibret olacak şu sözleri söyledi:
“Ey babacığım. Sana Allah’dan ne emr olunmuşsa, onu derhal yerine getir. İnşâAllah beni sabredenlerden bulacaksın.”
Artık baba oğul Allah’ın hükmünü yerine getirmeye hazırlanmıştı. Bu esnâda Hz. İsmâil: “Babacığım, birkaç ricâm var. Yerine getirmeni istiyorum. Babacığım ellerimi bağla belki sana eziyet ederim. Yüzümü yere çevir belki yüzüme bakarsında merhamet edersin.
Gömleğimi anneme götür beni hatırlasın. Anneme selâm söyle. Allahın emrine sabır etsin. Beni nasıl kesdiğini ve ellerimi bağladığını söyleme. Ellerinden öptüğümü ilet. Küçük çocukların arasına girmesin. Olur ki, onlara bakıp, beni hatırlar da, Allah’a isyan edebilir.
Hz. İbrâhim oğlunun isteklerini yerine getirdi. Biraz sonra Hz. İsmâil tekrar: “Ey babacığım, ellerimi ve ayaklarımı çöz. Beni görüyor, melekleri görüyor. Ne isyankâr çocukmuş, babası, bağlamak zorunda kaldı, demesinler.” dedi.
Artık baba oğul, Allah’ın hükmüne tam teslim olunca, Hz. İbrâhim, Hz. İsmâil’i, şakağı üzerine yatırdı. Boğazına bıçağı koydu, çok şiddetli bir şekilde bıçağı boğazına sürdü. Bu esnâda yerde gökte ne kadar melek varsa secdeye kapanmış: “Allah’ım! Koru İsmâil’ini, Affet İsmâil’ini” diye yalvarıyordu. Allah'da meleklerine (Unzuru ila abdi keyfe yemürrüssikkin alal halki veledihi liecli rizai ve entüm gultüm Etec´alü fiha men yüfsidü fiha ve yesfiküddimae) Yani ‘Ey meleklerim benim kulum İbrahime bakınız benim rızam için oğlunun boğazına bıçagı nasıl sürüyor. Halbuki siz Adem (A.s.)mı yaratacagım zaman yer yüzünde kan dökecek yeryüzünü ifsad edecek birisinimi yaratacaksiniz demiştinizde bende size benim bildiklerimi siz bilmezsiniz demiştim’ buyurdu.
(Mev’izei Hasene Kurban bahsi S 186)
İbrahim (A.s.) bıçağı İsmail (A.s.)mın boğazına sürünce bıçak kesmedide İsmail (A.s)
‘Ey babacığım benim korktuğum başıma geldi. Evlad sevgisinden dolayı elinin kuvveti kesildi ve beni kesmeye gücün yetmedi’ dedi. İbarahim (A.s.) gadablandı ve bıçağı yandaki taşa vurduda taş ikiye ayrıldı. Dediki ‘Ey bıcak taşı kesiyorsunda eti neden kesmiyorsun.’ Bıçak Allah'ın kudreti ile konuşmaya başladı ‘Ya İbrahim sen kes diyorsun amma Allah kesme diyor, hanginize itaat edecegim. Yoksa kesipte Rabbime itaatsizlik mi yapayım’ dedi.
(mollacami)
(Devamı, başka yerden alıntıdır.)
İşte bu anda şöyle bir nidâ geldi:
– Ey İbrâhim! Sen bu işi bırak! Muhakkak rüyânı doğruladın!
İbrâhim -aleyhisselâm- baktı ki kendisiyle konuşan Cebrâil -aleyhisselâm- Hak Teâlâ hazretlerinin emriyle cennetten azîm’ül-cüsse bir koç alıp makâmından “Allâhu Ekber, Allahu Ekber!”diyerek gelmeğe başladı. İbrâhim -aleyhisselâm- Cebrâil’in tekbirini işittiğinde bildi ki müşkilinin halli geliyor. “Lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber!”deyip Rabbu’l-âlemîni tevhid ve tekbir eyledi.
İsmâil -aleyhisselâm- da yattığı yerde Cebrâil -aleyhisselâm-’ın tekbirini ve babasının tevhid ve tekbirini işittikte bildi ki Rahman olan Allah teâlâ ve tekaddes hazretlerinin rahmeti zuhur etti. O da “Allahu ekber ve lillâhi’l-hamd!”diyerek tekbir ve tahmid eyledi. İşte bu ümmete Arafe günü sabah namazından eyyam-ı teşrîkin son günü ikindi namazına kadar 23 vakit namazın farzını edâdan sonra bu tekbiri getirmek vâcip oldu.
Ayet-i celîlede buyuruldu ki:
“Biz azîm’üş-şân nidâ ettik ki: Yâ İbrâhim! Muhakkak sen rüyâyı tasdik ve rüyânın mukaddemâtına başlamadan emrimize imtisâl ettin. Ve bizim rızâmızı tahsil için gözünün nuru oğlunu kurban etmeye râzı oldun. Biz seni dostluk mertebesinde sâbit-kadem bulduk. Bizim emrimizi yerine getirmeğe ihlâs üzere çalışınca sana ihsan ettik. Biz, sana ihsan ettiğimiz gibi cümle ihsan ehlini böylece mükâfatlandırırız. Bu emrolunan kurban, meydanda bir ibtilâdır. Ve Biz azîm’üş-şân İsmâil’in bedelinde büyük bir kurbanı fedâ ettik.”(Saffat Sûresi, 104-107)
(Ramazanoğlu Mahmûd Sâmî, Hz. İbrahim,173)
بسم اللَّهِ الرحمن الرحيم)))
وَنَادَيْنَاهُ أَنْ يَا إِبْرَاهِيمُ قَدْ صَدَّقْتَ الرُّؤْيَا إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ إِنَّ هَذَا لَهُوَ الْبَلَاء الْمُبِينُ
وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظِيمٍ
Ondan asırlar sonra halifesinin samimiyetini ve teslimiyetini meleklere göstermek için kulu İbrahim'in oğlu İsmail'i kurban etme hadisesini zuhur ettirmiştir. Sonunda onlarda bu imtihanı başarı ile verdikleri anda Adem (A.s.)min oğlu Habilin kesdiği koç kurbanını göndererek koç kurban edilmiştir.)))
وَقَالَ إِنِّي ذَاهِبٌ إِلَى رَبِّي سَيَهْدِينِ ربِّ هَبْ لِي مِنَ الصَّالِحِينَ فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَلِيمٍ فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ إِنِّي أَرَى فِي الْمَنَامِ أَنِّي أَذْبَحُكَ فَانظُرْ مَاذَا تَرَى قَالَ يَا أَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُ سَتَجِدُنِي إِن شَاء اللَّهُ مِنَ الصَّابِرِينَ فَلَمَّا أَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَبِينِ وَنَادَيْنَاهُ أَنْ يَا إِبْرَاهِيمُ قَدْ صَدَّقْتَ الرُّؤْيَا إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ إِنَّ هَذَا لَهُوَ الْبَلَاء الْمُبِينُ وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظِيمٍ
Aradan uzun yıllar geçmiş, Cenâb-ı Hak Hz. İbrâhim’e sâlih bir evlat ihsan etmişti.
Adı İsmâil’di.
Fakat aradan uzun seneler geçtiğinden Hz. İbrahim daha önce kendisine gelen meleklere konuştuğu sözü (Allah için oğlumu bile kurban ederim ) sözünü zaman içinde unutmuştu.
Hz. İsmâil en sevimli olduğu bir çağa gelmiş ve ihtiyacını görme çağına gelmiş. Kabe’i muazzamayı inşa etmiş. Bina tamamlanınca beytullahı hac ve tavaf etmiş. Hac erkanını tamamlayıp ayrıldıktan sonra terviye günü yani arafe gününden bir gün evvel bir rü´ya gördü. Hz. İbrâhim, yattığı yataktan, “Nezrini yerine getir, Yâ İbrâhim!” nidâsıyla, kalktı. Bu rüyâ acaba Allah’tan mıydı? Nezri neydi, onu uzun uzun düşündü. İşte bu tereddütten dolayı bu güne terviye günü denildi.
Ertesi gece, aynı rüyâyı, yeniden gördü. Artık Hz. İbrâhim anladı ve bildi ki, bu rüyâ
Allah’tandır. Bildiği için bu güne “Arefe” ismi verildi.
Fakat nezri neydi, onu hatırlayamadı. Bayram akşamı da aynı rüyâyı görünce, nezrini hatırladı. Oğlunu kurban ettiğinin tatbikatını gördü ve bu günede kurban günü dendi.
(Şir’atül İslam S 219)
Artık Allah’ın emrini yerine getirmesi lâzımdı. Bayram sabahı olunca, Hacer vâlidemizi çağırdı. Oğlu Hz. İsmâil’i hazırlamasını söyledi. Hacer vâlidemiz, Hz. İsmâil’i giydirip, süsledi. Baba oğul, beraberce Minâ istikâmetine doğru yola koyuldular. Fakat nereye gidildiğini, ne evlat ne de annesi biliyordu.
Şeytan bu duruma hayrette kalıp böyle imtihanda hiç görmedim. İbrahim (A.s) bu işide yaparsa ve ben böyle meselede onları caydıramazsam bir daha ebediyyen onlara te´sir edemem ve üzüntümden helak olurum demişti. (Şir’atül İslam S 222.)
Hz. İbrâhim’in önüne çıkarak: Yâ İbrâhîm! Böyle bir evlâdı nasıl kesersin? Hiç baba evlâdını kesebilir mi? Hz. İbrâhim, şeytanın sözüne kulak bile vermedi, hiç tereddüt etmeyerek, yerden aldığı taşla şeytânı defetti.
Şeytan durmuyordu. Bu sefer Hâcer vâlidemizin yanına gelerek, onu kandırmaya çalıştı. Fakat Hâcer vâlidemiz verdiği cevabla, teslimiyetin zirvesine varıyordu: “Eğer Allah’tan böyle bir emir gelmişse, ben de bir anne olarak, bu emre teslim olup, boynumu büküyorum.” Çünkü o bir peygamberdir, peygamber yanlış yapmaz dedi.
Şeytan vazgeçmiyordu. Bu defa Hz. İsmâil’in yanına gelip: “Baban seni nereye götürüyor, biliyor musun? Kesmeye götürüyor, kesmeye.” diyerek onu korkutmağa çalıştı.
Hz. İsmâil de, annesinden geri kalmayarak: O benim babamdır. O bir Peygamberdir. Eğer bu emri Allah’tan almışsa, emri muhakkak yerine getirmesi lâzımdır." cevâbını verdi ve şeytanı taşladı.
İbrahim a.s. kendine ve evladına vesvese veren Şeytanı Mina mevkiinde taşladığından dolayı aynı mahalde şeytan taşlamak bir sünnet olarak devam etmiş ve ahir zaman peygamberinin şeriatındada yer almıştır.
Sonunda baba oğul işâret olunan yere kadar geldiler. Fakat Hz. İbrâhîm, oğluna nasıl söyleyecekti. Bütün mesele buradaydı. Sonunda: “Ey benim yavrucuğum. Ben, seni, rüyâmda, kesiyor görüyorum. Sen benim bu rüyâma bir bak, ne söylersin.” Hz. İsmâil kıyâmete, kadar gelecek insanlığa ibret olacak şu sözleri söyledi:
“Ey babacığım. Sana Allah’dan ne emr olunmuşsa, onu derhal yerine getir. İnşâAllah beni sabredenlerden bulacaksın.”
Artık baba oğul Allah’ın hükmünü yerine getirmeye hazırlanmıştı. Bu esnâda Hz. İsmâil: “Babacığım, birkaç ricâm var. Yerine getirmeni istiyorum. Babacığım ellerimi bağla belki sana eziyet ederim. Yüzümü yere çevir belki yüzüme bakarsında merhamet edersin.
Gömleğimi anneme götür beni hatırlasın. Anneme selâm söyle. Allahın emrine sabır etsin. Beni nasıl kesdiğini ve ellerimi bağladığını söyleme. Ellerinden öptüğümü ilet. Küçük çocukların arasına girmesin. Olur ki, onlara bakıp, beni hatırlar da, Allah’a isyan edebilir.
Hz. İbrâhim oğlunun isteklerini yerine getirdi. Biraz sonra Hz. İsmâil tekrar: “Ey babacığım, ellerimi ve ayaklarımı çöz. Beni görüyor, melekleri görüyor. Ne isyankâr çocukmuş, babası, bağlamak zorunda kaldı, demesinler.” dedi.
Artık baba oğul, Allah’ın hükmüne tam teslim olunca, Hz. İbrâhim, Hz. İsmâil’i, şakağı üzerine yatırdı. Boğazına bıçağı koydu, çok şiddetli bir şekilde bıçağı boğazına sürdü. Bu esnâda yerde gökte ne kadar melek varsa secdeye kapanmış: “Allah’ım! Koru İsmâil’ini, Affet İsmâil’ini” diye yalvarıyordu. Allah'da meleklerine (Unzuru ila abdi keyfe yemürrüssikkin alal halki veledihi liecli rizai ve entüm gultüm Etec´alü fiha men yüfsidü fiha ve yesfiküddimae) Yani ‘Ey meleklerim benim kulum İbrahime bakınız benim rızam için oğlunun boğazına bıçagı nasıl sürüyor. Halbuki siz Adem (A.s.)mı yaratacagım zaman yer yüzünde kan dökecek yeryüzünü ifsad edecek birisinimi yaratacaksiniz demiştinizde bende size benim bildiklerimi siz bilmezsiniz demiştim’ buyurdu.
(Mev’izei Hasene Kurban bahsi S 186)
İbrahim (A.s.) bıçağı İsmail (A.s.)mın boğazına sürünce bıçak kesmedide İsmail (A.s)
‘Ey babacığım benim korktuğum başıma geldi. Evlad sevgisinden dolayı elinin kuvveti kesildi ve beni kesmeye gücün yetmedi’ dedi. İbarahim (A.s.) gadablandı ve bıçağı yandaki taşa vurduda taş ikiye ayrıldı. Dediki ‘Ey bıcak taşı kesiyorsunda eti neden kesmiyorsun.’ Bıçak Allah'ın kudreti ile konuşmaya başladı ‘Ya İbrahim sen kes diyorsun amma Allah kesme diyor, hanginize itaat edecegim. Yoksa kesipte Rabbime itaatsizlik mi yapayım’ dedi.
(mollacami)
(Devamı, başka yerden alıntıdır.)
İşte bu anda şöyle bir nidâ geldi:
– Ey İbrâhim! Sen bu işi bırak! Muhakkak rüyânı doğruladın!
İbrâhim -aleyhisselâm- baktı ki kendisiyle konuşan Cebrâil -aleyhisselâm- Hak Teâlâ hazretlerinin emriyle cennetten azîm’ül-cüsse bir koç alıp makâmından “Allâhu Ekber, Allahu Ekber!”diyerek gelmeğe başladı. İbrâhim -aleyhisselâm- Cebrâil’in tekbirini işittiğinde bildi ki müşkilinin halli geliyor. “Lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber!”deyip Rabbu’l-âlemîni tevhid ve tekbir eyledi.
İsmâil -aleyhisselâm- da yattığı yerde Cebrâil -aleyhisselâm-’ın tekbirini ve babasının tevhid ve tekbirini işittikte bildi ki Rahman olan Allah teâlâ ve tekaddes hazretlerinin rahmeti zuhur etti. O da “Allahu ekber ve lillâhi’l-hamd!”diyerek tekbir ve tahmid eyledi. İşte bu ümmete Arafe günü sabah namazından eyyam-ı teşrîkin son günü ikindi namazına kadar 23 vakit namazın farzını edâdan sonra bu tekbiri getirmek vâcip oldu.
Ayet-i celîlede buyuruldu ki:
“Biz azîm’üş-şân nidâ ettik ki: Yâ İbrâhim! Muhakkak sen rüyâyı tasdik ve rüyânın mukaddemâtına başlamadan emrimize imtisâl ettin. Ve bizim rızâmızı tahsil için gözünün nuru oğlunu kurban etmeye râzı oldun. Biz seni dostluk mertebesinde sâbit-kadem bulduk. Bizim emrimizi yerine getirmeğe ihlâs üzere çalışınca sana ihsan ettik. Biz, sana ihsan ettiğimiz gibi cümle ihsan ehlini böylece mükâfatlandırırız. Bu emrolunan kurban, meydanda bir ibtilâdır. Ve Biz azîm’üş-şân İsmâil’in bedelinde büyük bir kurbanı fedâ ettik.”(Saffat Sûresi, 104-107)
(Ramazanoğlu Mahmûd Sâmî, Hz. İbrahim,173)
بسم اللَّهِ الرحمن الرحيم)))
وَنَادَيْنَاهُ أَنْ يَا إِبْرَاهِيمُ قَدْ صَدَّقْتَ الرُّؤْيَا إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ إِنَّ هَذَا لَهُوَ الْبَلَاء الْمُبِينُ
وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظِيمٍ
Ondan asırlar sonra halifesinin samimiyetini ve teslimiyetini meleklere göstermek için kulu İbrahim'in oğlu İsmail'i kurban etme hadisesini zuhur ettirmiştir. Sonunda onlarda bu imtihanı başarı ile verdikleri anda Adem (A.s.)min oğlu Habilin kesdiği koç kurbanını göndererek koç kurban edilmiştir.)))
1 yorum:
sağolasın paylaşım için
Yorum Gönder