Bu saat ve bu anlarda, Myanmar denilen bir ülkede, Arakan (Rohingya) Müslümanlarına Buruc suresinde anlatılanların benzeri dehşetli zulümler yapıldığını, hatırlamak istemeseniz de size bir kere daha hatırlatacağım.
Arakan’daki Müslüman kardeşlerimizin acısını dindirecek hiçbir şey yapamazsak, o zaman eyvahlar olsun acınacak halimize!
Bu yazıyı okuduğunuz sırada, mutfaktan yayılan yemek kokularının eşliğinde iftar saatini bekliyorsunuz belki de.
Ya da iftarınızı çoktan yaptınız da, çocuklarınızın tatlı kahkahalarını dinlemekte, eşinizle feyizli sohbetler etmekte, belki de arkadaşlarınızı yarınki iftara çağırmanın hesabını yapmaktasınız, kim bilir?
Her ne yapıyor olursanız olun, aslında bütün o meşgalelerinizin yardımıyla üstünü örtmeye, duymamaya, hissetmemeye çalıştığınız bir acınızın olduğunun ise farkındayım.
Öyle bir acı ki, bu acının kaynağını aşağıdaki Kur’an-ı Kerim ayetleri oldukça açık gösteriyor aslında:
“Hazırladıkları hendekleri, tutuşturulmuş ateşle doldurarak onun çevresinde oturup, inanmış kimselere dinlerinden dönmeleri için yaptıkları işkenceleri seyredenler kahrolmuştur!”
Buruc Suresinde geçen yukarıdaki ayet-i kerimeler, acımasızca tecavüze uğrayan, katledilen, yakılan ve hendeklere atılan ne kadar mazlum varsa, hepsinin acısına da şahitlik ediyor.
O dehşetli zulümlerin sadece geçmişte yapıldığı kanısından ise artık uzaklaşmanızın zamanı geldi.
Bu saat ve bu anlarda, Myanmar denilen bir ülkede, Arakan (Rohingya) Müslümanlarına Buruc suresinde anlatılanların benzeri dehşetli zulümler yapıldığını, hatırlamak istemeseniz de size bir kere daha hatırlatacağım.
İşte bu yüzdendir ki, Kur’an-ı Kerim bir tarih kitabı değildir. Kur’an-ı Kerim bütün hükümleri, anlamları ve ayetleriyle birlikte her anı kapsayan, şu anda dahi nazil olmaya devam eden bir ezeli hitaptır.
Aşağıdaki ayetleri okurken Rabbimizin Arakanlı Müslümanlara yardım etmemizi bizden istediğini de açıkça fark etmemiz gerekir:
“Kendileriyle savaşılan (mümin) lere, izin verildi. Çünkü onlara zulmedilmiştir ve şüphesiz Allah, onlara yardım etmeğe kadirdir. Onlar sırf "rabbimiz Allahtır" dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah'ın bazı insanları diğer bazılarıyla savması olmasaydı, içlerinde Allah'ın ismi çok anılan manastırlar, kiliseler havralar ve mescitler yıkılırdı. Allah kendi (dini) ne yardım edene elbette yardım eder. Şüphesiz Allah, kuvvetlidir, galibdir" (el-Hac 22/39-40)
İlgili ayetlerdeki “yardım” ifadesi, devlet gücünü elinde bulunduran yöneticilere, gidin Myanmar’daki Arakan Müslümanlarını tüm gücünüzü kullanarak kurtarın diye yönlendirirken, bizlere de kabiliyet ve ilgi alanlarımıza göre farklı emirler vermektedir.
Mesela Facebook’ta, Twitter’da bu dehşetli zulmü duyurmaya çalışmak yardım olduğu gibi, Taksim’de bu zulmü yapan zalimlere “Yeter” diye haykırmak da bir çeşit yardımdır.
TV programlarında bu zulmün iğrençliğini anlatmak “yardım” olduğu gibi, gazetelerde, internet sitelerinde köşe yazılarıyla, köşe yazılarına yazılan yorumlarla bu kardeşlerimizin acısını duyurmak da bir çeşit yardımdır.
Kur’an-ı Kerim sadece özel bir döneme has bir kitap olmuş olsaydı, bugün tuttuğumuz oruçlar da sadece tarihi bir gelenekten ibaret olurdu.
Kur’an-ı Kerim, bütün hükümleriyle şu anda dahi duygularımıza, aklımıza, kalbimize –bizim kabiliyetlerimiz nisbetinde- nazil olmaktadır. Çünkü o ezeli (başlangıcı sonu olmayan) bir kelamdır.
İşte bu nedenledir ki, oruç tutunuz, secde ediniz, rüku ediniz, zekat veriniz emirleri gibi bütün ilahi emirler, geçmişte verilmiş emirler olarak değil, şu anda ezeli olan Kelam’ın bize emrettiği hükümler olarak algılanmalı ve uygulanmalıdır.
Hud suresinde geçen “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” ayeti, şu anda dahi emrolunduklarımızı uygulamamız gerektiğini bize öğütleyen ulvi ayetler olarak görülmelidir.
Çevremize şöyle bir bakıp, zulme uğrayan kardeşlerimizin farkına varmak bizim için bir zorunluluktur.
Oruçluyken hiçbir şey yememek ya da içmemek kadar bir zorunluluktur Müslüman kardeşlerimizin acılarını hissetmek ve onlara yardım etmeye çalışmak:
“Hâlbuki sizden önceki (helâk ettiğimiz) nesiller içinde, yeryüzünde fesad çıkarmaktan (insanları) men' eden fazîletli kimseler bulunmalı değil miydi? Onlardan, kurtardığımız pek az kimse müstesnâ (içlerinde fazîletli insanlar yoktu). Zulmedenler ise, içinde şımartıldıklarının (o sayısız ni'metlerin) peşine düştü ve günahkâr kimseler oldular.”(Hud Suresi, 116)
“Ve kendilerine zulüm vâki' olduğu zaman, onlar yardımlaş(arak intikamlarını al)an kimselerdir.”(Şura Suresi, 39)
İlgili ayetler ışığında, Müslümanlar olarak bu dönemin zulümlerine karşı durmak, zulme uğrayan Müslüman kardeşlerimize yardım etmek zorundayız.
İşte Suriye, işte Arakan...Bu iki örnek, önümüzde duran iki büyük imtihanımızdır. Bu beldelerdeki zulümlere karşı duruşumuzu belli etmek, Kur’ani bir zorunluluktur.
Arakan’da Müslüman kardeşlerimize tecavüz edilirken, Rohingyalı bebeler katledilirken, Burmalı ihtiyarlar yakılırken; rahat evlerimizde, Ramazanın huzurundan, orucun rahatlatıcılığından bahsetmek bizlere haram değil midir?
Bütün camilerde, bütün televizyon programlarında “Arakan Müslümanlarına” karşı gerçekleştirilen bu dehşetli zulümler anlatılmalı ve devletimiz Arakanlı kardeşlerimize yardım için bir an önce seferber olmalıdır.
Bu arada her fırsatta Budizm’in sevgi, barış ve iyilik içeren bir öğreti olduğunu anlatan Tibet’in Budist Lideri Dalai Lama’ya da şöyle seslenmek istiyorum:
“Sizin gibi Budist olduğunu söyleyen Burmalıların, Müslüman Arakanlara (Rohingyalı Müslümanlara) yaptıkları zulümleri görmezden gelmeye daha ne kadar devam edeceksiniz?
Halbuki, haklı Tibet davanızda her zaman mazlumların yanında olmuş birisi olarak, başka mazlumların acılarını da duyarsınız diye düşünüyordum.
Nitekim, Doğu Türkistanlı Müslümanların acılarını yüreğinizde hissetmiştiniz ve onları da haklı davalarında desteklemiştiniz!
Dindaşlarınız tarafından Müslümanlara yapılan zulümlere karşı daha ne kadar sessiz kalacaksınız? Sizin bu zulme karşı direndiğinizi, Müslüman mazlumların elinden tuttuğunuzu ne zaman göreceğiz? “
Bu konuda asıl görevse İslam dünyasına, yani bizlere düşüyor. Böyle dağınık ve bölünmüş bir şekilde yaşamanın bedellerini yüz yıllardır ödüyoruz ödemesine ama hala daha yapmamız gerekenleri yapmaktan çekiniyoruz.
Ramazan ayını büyük bir fırsat bilerek, tüm İslam dünyasının birleşmesi adına; hükümetlerimizle, derneklerimizle, cemaatlerimizle etkili adımlar atmak zorundayız.
Arakan’daki kardeşlerimizin acılarını dindirmeye çalışmak, o kardeşlerimize yapılan dehşetli zulümleri önlemek adına gayret göstermek; oruç tutmak gibi bize farz olan bir vazifedir.
Arakan’daki Müslüman kardeşlerimizin acısını dindirecek hiçbir şey yapamazsak, ahirette oruçlarımız da, namazlarımız da kurtarmayacak bizi, emin olun!
Oğuz DÜZGÜN / Rotahaber
Arakan’daki Müslüman kardeşlerimizin acısını dindirecek hiçbir şey yapamazsak, o zaman eyvahlar olsun acınacak halimize!
Bu yazıyı okuduğunuz sırada, mutfaktan yayılan yemek kokularının eşliğinde iftar saatini bekliyorsunuz belki de.
Ya da iftarınızı çoktan yaptınız da, çocuklarınızın tatlı kahkahalarını dinlemekte, eşinizle feyizli sohbetler etmekte, belki de arkadaşlarınızı yarınki iftara çağırmanın hesabını yapmaktasınız, kim bilir?
Her ne yapıyor olursanız olun, aslında bütün o meşgalelerinizin yardımıyla üstünü örtmeye, duymamaya, hissetmemeye çalıştığınız bir acınızın olduğunun ise farkındayım.
Öyle bir acı ki, bu acının kaynağını aşağıdaki Kur’an-ı Kerim ayetleri oldukça açık gösteriyor aslında:
“Hazırladıkları hendekleri, tutuşturulmuş ateşle doldurarak onun çevresinde oturup, inanmış kimselere dinlerinden dönmeleri için yaptıkları işkenceleri seyredenler kahrolmuştur!”
Buruc Suresinde geçen yukarıdaki ayet-i kerimeler, acımasızca tecavüze uğrayan, katledilen, yakılan ve hendeklere atılan ne kadar mazlum varsa, hepsinin acısına da şahitlik ediyor.
O dehşetli zulümlerin sadece geçmişte yapıldığı kanısından ise artık uzaklaşmanızın zamanı geldi.
Bu saat ve bu anlarda, Myanmar denilen bir ülkede, Arakan (Rohingya) Müslümanlarına Buruc suresinde anlatılanların benzeri dehşetli zulümler yapıldığını, hatırlamak istemeseniz de size bir kere daha hatırlatacağım.
İşte bu yüzdendir ki, Kur’an-ı Kerim bir tarih kitabı değildir. Kur’an-ı Kerim bütün hükümleri, anlamları ve ayetleriyle birlikte her anı kapsayan, şu anda dahi nazil olmaya devam eden bir ezeli hitaptır.
Aşağıdaki ayetleri okurken Rabbimizin Arakanlı Müslümanlara yardım etmemizi bizden istediğini de açıkça fark etmemiz gerekir:
“Kendileriyle savaşılan (mümin) lere, izin verildi. Çünkü onlara zulmedilmiştir ve şüphesiz Allah, onlara yardım etmeğe kadirdir. Onlar sırf "rabbimiz Allahtır" dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah'ın bazı insanları diğer bazılarıyla savması olmasaydı, içlerinde Allah'ın ismi çok anılan manastırlar, kiliseler havralar ve mescitler yıkılırdı. Allah kendi (dini) ne yardım edene elbette yardım eder. Şüphesiz Allah, kuvvetlidir, galibdir" (el-Hac 22/39-40)
İlgili ayetlerdeki “yardım” ifadesi, devlet gücünü elinde bulunduran yöneticilere, gidin Myanmar’daki Arakan Müslümanlarını tüm gücünüzü kullanarak kurtarın diye yönlendirirken, bizlere de kabiliyet ve ilgi alanlarımıza göre farklı emirler vermektedir.
Mesela Facebook’ta, Twitter’da bu dehşetli zulmü duyurmaya çalışmak yardım olduğu gibi, Taksim’de bu zulmü yapan zalimlere “Yeter” diye haykırmak da bir çeşit yardımdır.
TV programlarında bu zulmün iğrençliğini anlatmak “yardım” olduğu gibi, gazetelerde, internet sitelerinde köşe yazılarıyla, köşe yazılarına yazılan yorumlarla bu kardeşlerimizin acısını duyurmak da bir çeşit yardımdır.
Kur’an-ı Kerim sadece özel bir döneme has bir kitap olmuş olsaydı, bugün tuttuğumuz oruçlar da sadece tarihi bir gelenekten ibaret olurdu.
Kur’an-ı Kerim, bütün hükümleriyle şu anda dahi duygularımıza, aklımıza, kalbimize –bizim kabiliyetlerimiz nisbetinde- nazil olmaktadır. Çünkü o ezeli (başlangıcı sonu olmayan) bir kelamdır.
İşte bu nedenledir ki, oruç tutunuz, secde ediniz, rüku ediniz, zekat veriniz emirleri gibi bütün ilahi emirler, geçmişte verilmiş emirler olarak değil, şu anda ezeli olan Kelam’ın bize emrettiği hükümler olarak algılanmalı ve uygulanmalıdır.
Hud suresinde geçen “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” ayeti, şu anda dahi emrolunduklarımızı uygulamamız gerektiğini bize öğütleyen ulvi ayetler olarak görülmelidir.
Çevremize şöyle bir bakıp, zulme uğrayan kardeşlerimizin farkına varmak bizim için bir zorunluluktur.
Oruçluyken hiçbir şey yememek ya da içmemek kadar bir zorunluluktur Müslüman kardeşlerimizin acılarını hissetmek ve onlara yardım etmeye çalışmak:
“Hâlbuki sizden önceki (helâk ettiğimiz) nesiller içinde, yeryüzünde fesad çıkarmaktan (insanları) men' eden fazîletli kimseler bulunmalı değil miydi? Onlardan, kurtardığımız pek az kimse müstesnâ (içlerinde fazîletli insanlar yoktu). Zulmedenler ise, içinde şımartıldıklarının (o sayısız ni'metlerin) peşine düştü ve günahkâr kimseler oldular.”(Hud Suresi, 116)
“Ve kendilerine zulüm vâki' olduğu zaman, onlar yardımlaş(arak intikamlarını al)an kimselerdir.”(Şura Suresi, 39)
İlgili ayetler ışığında, Müslümanlar olarak bu dönemin zulümlerine karşı durmak, zulme uğrayan Müslüman kardeşlerimize yardım etmek zorundayız.
İşte Suriye, işte Arakan...Bu iki örnek, önümüzde duran iki büyük imtihanımızdır. Bu beldelerdeki zulümlere karşı duruşumuzu belli etmek, Kur’ani bir zorunluluktur.
Arakan’da Müslüman kardeşlerimize tecavüz edilirken, Rohingyalı bebeler katledilirken, Burmalı ihtiyarlar yakılırken; rahat evlerimizde, Ramazanın huzurundan, orucun rahatlatıcılığından bahsetmek bizlere haram değil midir?
Bütün camilerde, bütün televizyon programlarında “Arakan Müslümanlarına” karşı gerçekleştirilen bu dehşetli zulümler anlatılmalı ve devletimiz Arakanlı kardeşlerimize yardım için bir an önce seferber olmalıdır.
Bu arada her fırsatta Budizm’in sevgi, barış ve iyilik içeren bir öğreti olduğunu anlatan Tibet’in Budist Lideri Dalai Lama’ya da şöyle seslenmek istiyorum:
“Sizin gibi Budist olduğunu söyleyen Burmalıların, Müslüman Arakanlara (Rohingyalı Müslümanlara) yaptıkları zulümleri görmezden gelmeye daha ne kadar devam edeceksiniz?
Halbuki, haklı Tibet davanızda her zaman mazlumların yanında olmuş birisi olarak, başka mazlumların acılarını da duyarsınız diye düşünüyordum.
Nitekim, Doğu Türkistanlı Müslümanların acılarını yüreğinizde hissetmiştiniz ve onları da haklı davalarında desteklemiştiniz!
Dindaşlarınız tarafından Müslümanlara yapılan zulümlere karşı daha ne kadar sessiz kalacaksınız? Sizin bu zulme karşı direndiğinizi, Müslüman mazlumların elinden tuttuğunuzu ne zaman göreceğiz? “
Bu konuda asıl görevse İslam dünyasına, yani bizlere düşüyor. Böyle dağınık ve bölünmüş bir şekilde yaşamanın bedellerini yüz yıllardır ödüyoruz ödemesine ama hala daha yapmamız gerekenleri yapmaktan çekiniyoruz.
Ramazan ayını büyük bir fırsat bilerek, tüm İslam dünyasının birleşmesi adına; hükümetlerimizle, derneklerimizle, cemaatlerimizle etkili adımlar atmak zorundayız.
Arakan’daki kardeşlerimizin acılarını dindirmeye çalışmak, o kardeşlerimize yapılan dehşetli zulümleri önlemek adına gayret göstermek; oruç tutmak gibi bize farz olan bir vazifedir.
Arakan’daki Müslüman kardeşlerimizin acısını dindirecek hiçbir şey yapamazsak, ahirette oruçlarımız da, namazlarımız da kurtarmayacak bizi, emin olun!
Oğuz DÜZGÜN / Rotahaber
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder